3. Günün Ardından

Dün bahsettiğim kahvaltıyı hatırlarsınız. Bugün de yulaf ezmesi çeşidi hazırlanmasından anlaşılıyor ki kahvaltı adapları bu şekildeymiş. Yalnız bugün dünkü tart yerine farklı olarak omlet vardı ki bence fazlasıyla pozitif.

İlk 3 gün, yapı hesabı yerine kültür mekanı görmeye odaklı olduğu için zamanı ayarlaması zordu. O yüzden erkenden kalkmalı, gezmeli, soruşturmalıydı. Güne VKHUTEMAS Galerisi’ni bulmakla başladım. 10 dakikalık mesafelerde sağda, solda bir şeyler görürüm diye genelde yürümeyi tercih ediyorum. Nitekim galeriyi ararken çok güzel kahvecilerin, restoranların olduğu bir sokağa denk geldim. Yol üstünde okulların olması da ayrıca hareketlendiriyordu sokağı. Genelde turta üzerine derin bir çeşitlenme var. Sebzeli, peynirli, kıymalı, reçelli, meyveli birçok çeşit turta var. Sadece turta yiyerek dengeli beslenebilirsiniz sanırım (hamur işi artısını saymazsak). Kahveler de ayrıca çok tazeydi.çok tazeydi.


Tabii bu denemeler VKHUTEMAS’ın bir süredir kapalı olduğunu farkedip çöküp bir yerde bir şeyler yiyeyim bari dememden sonra gerçekleşti. Ne yazık ki galeri uzun süredir sadece özel faaliyetler olduğu zaman açılıyormuş. Şehirde El Lissitzky’nin (önceden bahsettiğim konstrüktivist sanatçı) ürünlerinin bir kısmının olduğu Tretyakov Galerisi ile birlikte tek yer olduğu ve bir önceki gün galeride bu ürünleri göremediğim için açıkcası çok üzüldüm. Telefon numarasını bulup hosteldeki Ruslar’a darlatmayı düşünüyorum.

Yemeğin ardından 20. yy başı sanat ürünlerinin olduğu bir diğer galeri olan Tretyakov Sanat Galerisi’ne geçtim. Ne yazık ki buradaki ürünler soyut olmaktan çok uzak, 11. yy’dan sonra gelişen realist çizimin son ürünleriymiş. 🙁 Tretyakov Galerileri belli parçalara ayrılmış ve şehirdeki çoğu sanat ürününe sahipler. Gitmeden önce mutlaka hangi dönemi görmek istediğinizi önceden araştırıp hangi galeride olduğuna bakmak size fazlasıyla zaman kazandıracaktır. En azından Tretyakov’a giderken başka bir kahve dükkanı daha keşfetmiş oldum. 😛

Ardından yine hemen yakın bölgede olan Moskova Modern Sanatlar Müzesi’ne geçtim. Burada da amacım biraz Rusya’nın, sanatın bugününü ve yarınını nasıl yorumladığını görmekti. Şansıma çok güzel 2 enstalasyona denk geldim. Birisi Antoni Gaudi ve eserleri diğeri ise Alexandra Dementieva’nın 10 farklı enstalasyonuydu. Normalde 500 ruble olan bileti “Öğrenciyim, mimarlık okuyorum, bakın sanatla ilgili vallahi yauv” diye diye 100 rubleye almayı başardım. Burası da yeri değil ama “mimarlık bir sanat mıdır?” tekrar düşünmüş olalım.

Müzenin bahçesindeki Kazimir Malevich heykeli.


Antoni Gaudi sergisi mükemmeldi. Sanatçının en önemli eserleri ve en güzel çizimleri mevcuttu. Bugüne kadar fazla ilgilenip araştırmamıştım fakat el işçiliği eserlerini yakından görmek beni çok etkiledi. Zaten Sagrada Familia’daki ark tekniklerine hepimiz aşinayızdır onlardan bahsetmiyorum bile.

2. hüsranın ardından küçük bir umutla bari Shukhov Kulesi’ne gitmek için metroya girdim. Bu da metroyu nasıl kullanmamanız gerektiğine dair küçük bir öneri olacak. Normalde indiğiniz metronun karşı tarafında olan ve ters tarafa giden metro aslında ters yöne gidiyordur ya, hah işte Rusya’da gitmiyor. Aktarma yapılan durakların çoğunda (neredeyse yarısında aktarma yapılacak kesişen başka durak var) karşı taraf aktarma olan taraf. Eğer ters yöne gitmek istiyorsanız merdivenle diğer tarafa geçip gittiğiniz renkteki hatta diğer metroya binmeniz lazımmış. Bir de 3 tane hattın kesiştiği metrolar var ki hiç sormayın. Hele hele tüm tabelaların Rusça olduğu gerçeğini hiç hatırlatmayın. Ters tarafa gidip geri dönüp yanlışlıkla diğer hatta geçerken tekrar dönüp aslında ters tarafa gittiğimi sanarken doğru hatta geçtiğimi fark etmem falan derken bir yarım saat kırk beş dakikayı öldürdüm sanırım. Ama güzel ders oldu. İngilizce-Rusça bir metro haritasını telefona indirmek, gideceğin hatların renklerini iyi bilmek, gideceğin yöndeki ilk metro durağını öğrenmek büyük önem arz ediyormuş. Bir de çekinmeyin etrafınızdakilere sorun diyeceğim ama daha hosteldekiler hariç akıcı İngilizce konuşabilen 1 tane Rus’a rastlayamadım ne yazık ki. Pek metro kullanmadığım için hakim değilim ama umarım diğer metrolar da böyle değildir de kendimi rezil etmiş olmayayım. (Tabii ki Ankara metrosu> Moskova metrosu, hıh!)

Kirazlı kadını pek beğendim.

Gereksiz metro macerasından sonra sonunda Shukhov Kulesi’ne ulaşabildim. Bence dünya tarihi açısından önem arz eden bir yapı için en azından yanına yaklaşılabilecek, bilgi alınabilecek bir nokta yapılmaması hatta onu çevreleyen kapılara çok yaklaşınca “kış bakiyim” tarzında hareketler yapılması bu şehrin eksik noktası olmuş. Yakın zaman içinde yıkım tehlikesi geçirmesine pek şaşırılmamalı. Belediye için “fışkiye”den farksız sanırım şu an. Yine de yakından görebilmek, okurken hissettiğim duyguları katlamaya yetti. Bir radyo kulesinden çok bir anıt gibiydi benim için.

Sürekli bahsettiğim yardım çığlıklarını bir arkadaşı aracılığıyla fark eden bir takipçinin isteği üzerine VDKHN yani içinde çeşitli pavilyonların ve Rus Kozmonot Müzesi’nin olduğu bir parka doğru yola çıktım. Zaten içindeki bir kaç yapıyı önceden araştırırken fark ettiğim ve “veooovv” çektiğim ama yerinden emin olamadığım parka girer girmez beni karşılayan Uzayın Fethi Anıtı beni şu ana kadarki en çok etkileyen şey oldu. Negatif yönde bir eğilimle yaklaşık 100 metre yükselen parlak anıt ve ucundaki roket sanırım Ruslar’ın uzay hevesini anlatan en güzel yapıt olabilir. Ardından gezdiğim Kozmonot Müzesi ise her kesimden insanın ilham bulabileceği büyüklükte bir yer. Anıt ve müzenin kompleks halinde olması ise ayrı güzel geldi bana. Bunun yanında müzenin hala aktif bir biçimde atölyeler düzenliyor oluşu ve insanlara uzayda yaşamı tanıtıyor olması ise bulunmaz bir ayrıcalık. Tam bir “al çocuğunu pazar günü, Kozmonot Müzesi’ne git” etkinliği.

Son olarak bir de size yemeklerden bahsedeyim. Ama geçiştirmelik olanlardan.
Genel olarak çok fazla çeşit mevcut marketlerde tahmin edebileceğiniz gibi. Fiyatlar ise çok uygun. Paketlenmiş sandviç, salata gibi ürünler de bayağı yaygın. Ben de gezerken genelde atıştırmalık dondurma, sosisli, ve basitçe sütün yoğunu olan mokoko denilen bir şeyi yedim. Mokokonun paketinden dolayı tüketmesi de saklaması da çok kolay. Bunun yanında bir gün bir kaç yancı bulabilirsem ucuzundan bir havyara da girmeyi çok istiyorum zira tek başıma alamayacağım kadar pahalı.

Artık yarına daha farklı bir döneme, temaya yani konstrüktivist yapılara geçiyorum. Açıkçası biraz daha heyecanlıyım bu dönem için. Umarım Shukhov Kulesi’nde olduğu gibi her kapıdan kışkışlanmam.

Ahmet Can.

Not: Toplaşıp şu kitabı bana almasak mı?