Garp Seyahati

Eski dünyanın büyüsünü çağdaş zarafetle zahmetsizce birleştiren, durumu bir tabloya konu olacak güzellikte olan İsviçre’nin şehri Zürih ilk durağım oldu. Mevsimin getirisiyle Zürih’in sokaklarında beni, bakım ve onarımda olan inşaat alanları karşıladı.

Bunaltıcı sıcak ile beraber, Sihl Irmak’ının kenarında bulunan doğrudan kentli ile ilişki kurması sağlanılmış kamusal alanlara sığındım. Bu sıcağın ardından döken şiddetli yağmur ve bu sayede insanların geri çekildiği Zürih sokakları beni, Limmat Nehri’nin birleştiği noktada konumlanan eski şehre çıkardı.

Kentliler için birçok aktivite imkânı sunan, mücevher değerindeki gölün kıyısında uzun bir yürüyüşle Le Corbusier Pavyonu’na gittim.

Zürih Mimarlık Merkezi’nin (ZAZ Bellerive-Zentrum Architektur Zürich) yakınında bulunan pavyon, ilk başta bulunduğu alanda sokak çizgisini bozmaya yönelik duruşuyla dikkatimi çekti. Ardından cephesi ve iç mekân detaylarıyla sanki bir gemide Theo van Doesburg ve Piet Mondrian’nın eserlerini geziyormuşum hissi verdi.

Doğa içinde bulunan endüstriyel yapıda, manzaranın sahnelendiği mekanlar ve ufukta dikey çizgisel ögelerin kullanımı oldukça fazla bulunuyor ve dikey havalandırma kanatçıkları ritmik cepheye katkı sağlıyor.

Le Corbusier’in Fibonacci dizisi ile bulduğu tasarım dil bilgisinin, son yapısı olan pavyonun her alanında ve ögesinde büyük ölçüde etkili olduğunu anlıyoruz.

Paris’te yapılan Nestle Pavyonu’nun çatısında da benzer bir form gördüğümüz çatıya bütçenin dörtte biri kullanılmış. Biçimiyle, hafifliği, renk ve farklı malzeme kullanımları ile benim için neşeli bir yapı etkisini bıraktığını söyleyebilirim.

Dönüş güzergahıma ertesi sabah iç mekân ve sergilerini deneyimleyeceğim, Kunsthaus Zurih’i ekleyerek her köşesinde sanat galerisi bulunan Zürih sokaklarını keşfetmeye devam ettim.

Sabah neredeyse çalışanlar ile kapısını beraber açtığımız, farklı dönemlerde yapılan dört binadan oluşan Kunsthaus Zurich’te, 2023 Pritzker Mimarlık Ödülü’nü kazanan David Alan Chipperfield tarafından tasarlanan yeni ek yapısını gezdim.

Yapı, geçit ile araç yolunun altından Moser binasına bağlanıyor. Cephede yerel taş ile düzenli aralıklarla yerleştirilmiş ince dikey kanatlar bulunuyor.

Bu büyüleyici görsel şölenin ardından, Zürih Gölü’nün güneyinde kıyıda yer alan Jona’da Geberit’in merkezini ziyaret ettim.

Merkez; ofisler, araştırma geliştirme birimleri ve üretim birimlerinden oluşuyor. Tesiste bulunan ses laboratuvarında, konut ve otellerde yaşanılan, yan ve çapraz birimlerdeki rezervuar ses sorununun neden ve çözümleri hakkında ses deneyleri gerçekleştirdik. Duvar önü ve arkası üretim tesislerini de ziyaret ettim.

Ardından Avusturya’ya geçmek amacıyla tekrar Zürih’in yolunu tuttum, fakat bu sefer göl üzerinden. Böylece göl ve kenarındaki yerleşkelerle ilişkisini deneyimleme imkânı buldum.

Daha Voralberg’e gitmeden, Vorarlberg Mimarlık Enstitüsü’nün dijital mekânı sayesinde farklı konumlardaki yapıları rahatlıkla belirleme şansım oldu. Gelen turistler için internet sitesi, bölgedeki yapılar hakkında verdiği bilgiler ve site alt yapısıyla çok kullanışlı. Mimarlık kültürüne ilham veren bir sistemleri olduğunu düşünüyorum. Son günümde Voralberg eyaletinin en büyük şehri ve Mimarlık Enstitüsü’nün bulunduğu Dorbrin’i keşfe çıktım. Burada çeşitli işlev ve teknikte yapılan yapılar bulunuyor.

Wifi Kampüs Dorbrin’de, Caramel Mimarlık tarafından, mevcut WiFi binaları genişletilerek, tren garı ile şehir merkezi arasında yeni bir kentsel yapı oluşturulmuş. Bina hacimleri arasındaki geçirgen dış mekân portal gibi, yeni bir kamusal-kentsel açık alan oluşturuyor ve kullanıcının farklı kotlarda algılaması ve deneyimlemesi sağlanıyor.

Mozartstraße sokağında bulunan, Baumschlager Eberle’nin 1997 yılında tamamladığı konut yapısı ise, iki koyu renkli bina, farklı kentsel yapı formları arasında aracılık ediyor.

Net dikdörtgen şekline sahip beş katlı yapılar, şehrin ortasında, farklı bina hacimlerinin ve tarihi dokuların, kentsel ve köy unsurların bulunduğu heterojen bir çevrede sakin bir duruşa sahip. Bakır katlanır kepenklerle yüksek, dar pencere açıklıklarıyla beraber, dayanıklı koyu klinker cephe tasarımının buna katkıda bulunduğunu söylemek mümkün.

Dornbirn’deki Rüschwerke metal şirketinin fabrikası, dört mimar tarafından yeniden dönüştürülmesiyle, inatura Erlebnis Naturschau Dornbirn tarafından kullanılıyor. Yapıya üç ek mekân eklenmiş ve merkezi bir konumda bulunan eski makine fabrikası da Kunstraum Dornbirn’e dönüştürülmüş. Müze ve sanat evi, çok keyifli bir şehir bahçesinde konumlanıyor.

Yürüme mesafesindeki bu yapıların ardından, önemli bir kentsel noktada bulunan, yarışma sonucu ile tasarlanmış köprü, Dornbirner Ach’a yürüdüm. Sägerbrücke, şehir merkezini Hatlerdorf’a bağlayan konumda bulunuyor. “Ada gibi bir köprü”, temel fikriyle yarışmayı kazanan Dworzak – Grabher, suyun üzerinde yeni bir kamusal alan tasarlamış. Parapet boyunca uzanan ahşap payandalar bekleme bankı görevi görüyor ve bu sayede trafiğin akışından yayaların geri çekilmesi sağlanıyor. Karşılıklı iki durak ve ortada Hubert Lampert’in bir heykeli de bulunuyor.

Gezimi, Voralberg eyaletinin başkenti Bregenz’e tren ile geçerek devam ettim. Bregenz’de ilk durağım, Konstanz Gölü kıyısında bulunan Voralberg Müzesi oldu. Müzenin dönüştürülmesi ve yeniden inşası için açılan mimari yarışmayı Cukrowicz Nachbaur kazanmış.

Eski bölge idaresi olan mevcut yapı, iki katla dikey olarak genişletilerek yeni bina ile entegre edilmiş ve cephe rengi ile kompakt bir bina oluşturulmuş.

Müzenin ön cephesinde sanatçı Manfred A. Mayr’ın yaptığı beton çiçekler bulunuyor. Yapı içinde, şehirden Konstanz Gölü’ne uzanan güzel görüş hatları vardır. Ayrıca müzede Voralberg’in mimari yapılarının maketlerini görme imkânı buldum.

Hemen Konstanz Gölü’nün kıyısında Voralberg müzesinin yakınında bulunan Kunsthaus Bregenz Peter Zumthor tarafından tasarlanmış. Statik olarak bağımsız cephesinin şeffaf ve hafifliğiyle, kenti yansıtan ve iç işleyiş hakkında fikir veren bölgenin feneri gibi görünen bir yapı.

Cam cepheye sahip binayı sadece sergi alanlarına ayırmak amacıyla, yönetim binası ve KUB Cafe Bar, Karl Titian Meydanı’nda bağımsız tasarlanmış. Daha küçük olan bu yapının, eski şehirdeki alçak binalara geçişi oluşturduğunu düşünüyorum.

Herz-Jesu bölge kilisesinin hemen yanında bulunan, 15. yüzyılın ortalarından kalan, şehrin en eski evlerinden biri, “ortak yaşam” kullanımı için yenileyip dönüştürmüş. Yarı ahşap binanın, yenileme, dönüştürme ve genişletme yoluyla brüt betondan yapılmış yeni binası Wimmer-Armellini tarafından tasarlanmış. Yapı, Bregenz’de şehir içi konumunda bulunan, dokusundan dolayı bölgede gezmekten en çok keyif aldığım Kolpingplatz’ta bulunuyor.

Arkitera Seyahat Bursu sayesinde; doğası, tarihi dokusu ve günümüz insan yaşamının bir arada oluşu ile destinasyon merkezlerinden biri olan İsviçre’nin Zürih şehrinden başlayarak, sponsor Geberit’in genel merkezini de ziyaret ettiğim, farklı teknolojiler ve mimari yaklaşımlarla inşa edilen yapıların bulunduğu Voralberg’e uzanan dolu dolu bir gezi deneyimledim.